Cumhuriyetle yönetilen bir ülkede
yaşıyorsanız ve müslümansanız bu yazı
dikkatinizi çekebilir. Demokrasi var olan bir ülkede halkların ve üyelerinin
eşitliğinden bahsederiz. Cumhuriyette demokrasinin uygulanması aynı zaman da
bir sistemdir. Demokrasiyi çeşitli şekillerde uygulamakla birlikte Cumhuriyetin
rejimi ışığında demokrasi uygulanmaktadır. Bir ülke Cumhuriyet ile yönetiliyor
ise halkların yönetiminden söz ediyoruzdur. Cumhurun seçtiği bir yönetici ile
yönetim şeması demokrasi ile yönetiliyor ise bu ülkede yaşıyorsunuzdur.
Modernleşmeden bahseden arkadaşlarımız için şunu söylemek istiyorum 30- 40 yıl
öncesinde komünizm varsa 10 yıl önce laiklikten bahsediyorsanız yanlışınız
vardır. Komünizm bu ülkede hiç olmadı. Laiklik derseniz başörtüsü yasağının tek
Türkiye de olduğu bu ülkeye hiç gelmedi. Yeni anayasa çalışmaları ile de sizin
modern kabul ettiğiniz yöneticiler tarafından getirilmek için mücadele
ediliyor. Türkiye Cumhuriyeti benimsediğinden beridir de şeriat uğramadı
buralara. Şeriat anlam itibariyle Kur-an ve Hz. Peygamberimizin sünnet ve
hadislerinin de içerisinde olduğu İslam
hukukudur. Şeriat bizim halkımız da anlaşılırsa Osmanlı devletinden beridir de
adalet isteriz nidaları yükselir.
Bu
ülke konjonktürel olarak Osmanlı imparatorluğundan mirası hasebiyle Müslümanlığın
ve İslamın esas temsilcisi olarak yoluna devam etmiştir. Müslüman çoğunlukta
yaşasa dahi bir çok etnik kökeni de temellerin de barındırmakla aynı zaman da
imparatorluk devamı niteliğindedir. Tek bir etnik kökenden bahsetmemiz mümkün
değildir. Stratejik olarak konumu gereği de köprü niteliğinde olan ülkemiz hoşgörü
politikasından kalan yegane anlayışıyla da esas olarak bir çok halka da kucak
açmıştır. Din olarak mezhep olarak bir çok farklı halk barınmaktadır. Günümüzde yeni Müslümanlık adı altında bir
şey yoktur. İslam’a mutaasıp bireylerde biliyor ki Müslümanlık tektir. Ve tek
kalacaktır. Onları çiftleştirenler de ülke içerisinde Cumhuriyetten öncesinde
var olan demokratik yönetim şeklini özgürlükle aynı cümleye koyanları
eleştirenlerdir. Düpedüz politika yaparak bir anlamda yöneticilerinden memnun
olmayan kesim Müslümanlığa “neo-müslümanlık” diyerek onları ikileştirmişlerdir.
Örneğin ülkemizde kamuda başörtüsü yasağıyla bütünleşmiş laiklik söylemleri de
sizin tabirinizle neo-müslümanlardan çıkmıştır. Çünkü demokrasi bir yönetim
aracıdır. Cumhuriyet yönetim şeklidir. Sizin
bahsettiğiniz çelişki özgürlükler içerisinde hemen yükselecek bir ses değildir.
Bugün derse başörtüsüyle giriliyorsa neo-müslümanların sayesinde bilesiniz.
Daha önce köprü konumunda olan bir Türkiye için stratejik öneminden dolayı her
an ABD-Sovyet Rusya maşası konumunda olan bölgesel güç her şeyi kendi bazında
yerleştirip koruma gücüne sahip değildi. Bizler demokrasi laiklik derken de
ağzımızı bir elimizle kapattığımız zamanlarımızı okuruz. O zamanları da Türkiye
Cumhuriyeti diye yazarız ama Türkiye Cumhuriyeti diye okuyamayız. O dönemleri
de demokratik söylemlerle atlatmış olsakda ben siyasi bilgilerim ışığında yeni
yeni her kafadan sesin çıkabildiği bir siyasi arena görmekteyim. Her sözün söylenmediği bir ortamda özgürlükten
bahsedemezsiniz. Şuan bazılarının mini eteğine karışmıyoruz söylemleri de
sizlere İslama karşı çıkmak onları günaha davet etmek gibi algılansa bile
esasında öyle değildir. Kürtajın serbest olması aslen kürtaja davet değildir.
Zinanın suç sayılmaması da sizi zina yapın diye sokaklara salan bir yazılı
metin değildir. Olmayacaktır. Bu ülkede İslamın kurallarının konulması mümkün
olabilir ancak şuan ki demokrasinin yeni geliştiği 89 yıllık bir devlet
modelinde bu kadar ileri seviye de gelişmişlik göstermesine rağmen mümkün
değildir. Realist bakınız. Çelişki sizdedir.
Şeriatı
getirmek “İslam hukuku olarak” bizler için de beğenmediğiniz neo-müslümanlar
içinde beyinlerin istediği bir şey olabilir. Karşı çıkmadığımız doğrudur. Fakat
89 yıl batı içerisinde yer edinmeye çalışmış batıcılık politikalarıyla nara
atmış bu şekilde politika izlemiş, bölgesel olarakta çok iyi bir yer sağlamış
ülke için mümkün olamayacağını üzüntüyle anlayabilirsiniz. Aynı zaman da biraz
önce bahsettiğimiz etnik hale bakarsanız Müslümanlığın dünya anketleri
içerisinde inanç olarak kabul edilmiş yüksek sayılarını görebilirsiniz fakat
madalyonun diğer tarafı da vardır. Demokrasi bu ülke için neo-müslümanlarla çok
şey getirdiğini düşünüyorum. Yeni anayasa batıdan sıyrılma politikalarıyla birlikte
kanunlarla hareket ederek şeriatın da İslam hukuku temasıyla medeni kanunda
ticaret kanununda kadınların haklarıyla birlikte yaklaştığını göremiyorsunuz.
İslam hukuku kesinlikle bireylerin eşitliğini ve adaletini savunur. Bizler de şuan
kısıtlanmış halk içerisinde adaleti sağlamakla yola çıkmış insanlarız. Direkt
olarak siz bu ülkeye şeriat modelini uygulayamazsınız çünkü esas olarak 1993’den
beri dini olarak kısıtlanmış bir halk söz konusudur. Başı açık mini etekliler
ortada koştururken başörtü diye artık argoya dayandırılan başı örtülü uzun
etekliler okulların kapısından dönüyordu. Öncelikle sırası varken sizin
dayatmalarınızla nankörlüğe adım atmanız da bir çelişki demek istiyorum. İslami
kesim diye adlandırılan neo-müslümancılıkla siyaset yapmıyoruz. Demokrasiyle
eşitliği siyasete hitabeti getiriyoruz. Tanrı sizlere bir özgürlük verdiyse
içki içme yasağını, zina yasağını, kürtaj yasağını buyurun sizler getiriniz.
Sayıca çokluk sağlamanız için sizlere seçimler getiriyoruz. Buyrun alın ve siz
dediklerinizi bu ülkeye getiriniz. Biraz realist olunca dahi anlaşılan
kavramlar daha yeni gün yüzüne çıkmışken siz alt basamaktan bir anda en tepeye
çıkmak istiyorsunuz. Devlet Tanrının insanlara verdiği günah işleme
kabiliyetini özgürlüğe çevrilmesi için hareket etmiyor. Yanlış algılar
içerisinde olmayınız. Kürtajın zinanın serbest kalması sizin zinaya kürtaja
atılmanız değildir. Aynı zaman da dini ve ahlaki kuralları da şuan serbest
bırakan neo-müslümanlar sayesinde Hz. Peygamber seçmeli ders olarak
okutulmaktadır.
Biz
(bende burada kendimi neo-müslüman olarak kabul edersem) halkların eşitliğinden
söz ediyoruz mini eteğini giy, içki içiniz, zina kürtaj demiyoruz, öncelikle
ele alabileceğimiz haklarla ilerisi için ortamı eşitliyoruz. Ses çıkarma
hakkında sahipsiniz şuan da. Laiklik kavramının anlamına yeni kavuştuğunu kabul
ederseniz herhalde. Din ve devlet işleri de asker vesayetinden sıyrıldıktan
sonra ülke daha net ve gelişmiş dış politika ile birlikte ekonomik büyümenin ve
refah seviyesinin arttığı görülmektedir. Prof. Bünyamin Duran bir yazısında
aklın üç halinden bahsetmiştir. “Aklı genel olarak ve her hangi bir felsefi kategoriye tabi tutmadan
"saf akıl", "kısmen kirlenmiş akıl", "kirlenmiş
akıl" olarak üçe ayırarak inceleyebiliriz. Saf akıl fıtrata yakın akıldır.
Bu akla en güzel örnek Hz. Peygamberin aklı verilebilir. Kısmen kirlenmiş akıl ise kişinin beşeri
özelliklerinden kısmen et-kilenmiş olmakla birlikte kaba içgüdülerinin etkisi
altına girmemiş kısmen bağımsız akıldır. Kirlenmiş akıl ise belli bir
ideolojinin, kişi veya grubun, toplum veya devletin emrine amade kılınmış,
bağımsızlığını kaybederek nesnelliğini yitirmiş akıldır.”
Bu yöntemle
söz edilen kirlenmiş yönetici kesimin aklını örnek göstererek dış etkilerle
yüzyüze kalan aynı zamanda arkasında bir toplumun olduğu bireyler bizatihi
kendi düşüncelerine de sosyokültürel, sosyoekonomik, ve sosyopolitik araçlar
dolayısıyla yer verememektedir. Çünkü yönetici kesim yönettiği halkın sesine
kulak verirken bazı yerlerde kendi sesini de kısıyordur. Siyasi bilgilerim ile yaşanılan
durumu çelişki olarak niteleyenler için haklı nedenlerini saymak istedim. Sizin
bildiğiniz yönetim ve yöneticilik esasında akılda bir olmamış çeşitli sebepler
ve konjonktürel nedenler dolayısıyla aksaklık olabilir. Ama gelmiş gelecek olan
bir zaman da Türkiye en iyi neo-müslümanlığını yaşamaktadır. Ben bizzat sosyal
ekonomik ve politik yaşadığım ülkede bu etkiyi görmekteyim. Göremeyen gözler de
olacaktır, kabul etmek istemeyen muhalefette. Varsınlar olsunlar.Birlik beraberlik olsun. Canlar sağ
olsun.
*Esasında bir kusurumuz olduysa affola, haddimizi
aşmak değil maksat anlaşılmaktır.*